Psikolium

Loading

Çocukta Ölüm Kavramı Nedir?

Birey ve toplum olarak gelişim konusunda ciddi beklentilerimiz var dolayısıyla araştırmalarımız da genelde bu yönde oluyor. Büyümeye ilişkin bilgilerimiz hem sosyolojik hem psikolojik olarak gerileme konusundaki bilgilerimizden daha çok ve daha kesin bir durumda. Örneğin zamanında yürüyüp konuşamayan bir çocuk, hafızasını zamanından önce yitirmeye başlayan bir yetişkinden daha çok dikkat çeker. Nedeni basit, biz insanlar gelişimi bir beklenti olarak algılarız, hayat devamlı yükselen bir spiral gibidir. Oysa gerileme, yitirme ve ölüm de hayatın temel konusudur. Ancak literatür ölüm konusunu inceleme bakımından zayıftır, belki de insanoğlu ölümle baş edemediğinden araştırmayı da az tutarak kendi anksiyetesini dindiriyordur.

Peki ya çocuklar ölüm kavramını ilk ne zaman tam anlamıyla kavrıyorlar? İlk araştırmalar (1940’larda) ölüm kavramının yetişkin düzeyine ulaşmadan iki ön evreden geçtiğini ortaya koymaktadır. Okul öncesi yıllarda çocuklar ölümü, yaşamın durmasını değil azalmasını içeren geçici bir durum olarak algılarlar. Bunu izleyen ara evrede çocuk ölümü bir son olarak algılar, ama ölümü yine de evrensel ve kaçınılmaz olarak görmez. On yaş dolaylarında çocuk, yalnızca ölümün bir son olduğunu anlamakla kalmaz kendisi de içinde olmak üzere her canlı yaratığın değişmez yazgısı olduğunu kavrar.(1)

Sylvia Anthony ise durumun böyle olmadığını kanıtlayacak önyargıları kıracak bir araştırma yapmıştır. Irwin Yalom da klinik çalışmaları sonucu Anthony ile aynı fikre sahip olmuştur. Çocukların ölüm kaygısı düşünülenden çok daha erken çağlarda başlamaktadır. (2) Çocukların ölümle ilgili kaygıları çok yaygındır ve yaşantı dünyalarında geniş kapsamlı bir etki yaratmaktadır. Anthony yaşları beş ile on arasında değişen doksan sekiz çocuğa hikâye tamamlama testi vererek çocukların ölüm kaygılarıyla ilgili nesnel bir ölçek sağlamıştır.(3) Sorular açık uçluydu ve ölümden açık bir şekilde söz edilmiyordu. (Örnek: ‘Çocuk gece yattığında ne düşünüyordu? ‘ ‘Çocuk okula gitti; oyun zamanı geldiğinde diğerleriyle birlikte oynamadı, bir köşede oturdu. Neden?’) Hikâyelerin tamamlamasında görüldü ki çocukların% 60’ı hikâyelerinde ölüm, cenaze, hayalet, öldürme, kaza ve kayıp gibi durumlardan bahsettiler. Bu da bize çocukların ölüm ve yok olmak üzerine önemli ölçüde düşündüklerini gösterdi.

Öyleyse neden ilk araştırmalar çocuklarda ölüm kavramının daha sonra oluştuğunu söylemişti? Çünkü çok küçük çocukların dil yetersizliği yetişkinlerin onu anlaması açısından büyük bir engeldir. Ayrıca soyut bir kavram olan ölümün tarifi çocuklar açısından daha zordur ve araştırmacılar bunu ölçmede zorlandılar. Yine yetişkinlerin başta da söylediğim gibi kişisel ölüm korkusu ve inkârı yani yetişkin önyargısı çocuğun ölüm hakkındaki bildiklerini öğrenmemizde bir engeldir. R. Lapouse ve M. Monk’un 482 kişiden oluşan çalışma sonucu bulguları oldukça çarpıcıdır. (4) Araştırmada annelerin çocuklarının ölümden kaygı duyma derecelerinin farkında olmadıklarını saptanmıştır. Ayrıca çocuğun ölüm hakkında bildiklerini öğrenme yolunda bir engel de yetişkinlerin koruma ve yardım etme isteğidir. Yetişkinler çocuğun ölüm fikriyle boğuştuğunu gördükleri an acı çekerler ve çocuklara inkâr ve ölümsüzlük mitini aşılarlar. Böylece çocuk ölüm kaygısını bastırmanın zorunluluğunu keşfeder ve araştırmalarda ölümü ölçmek zorlaşır zira çocuk ölümün acı olduğunu çok erken öğrenmiş ve bastırmıştır.

Rollo May ölüm anksiyetesini şöyle tanımlamaktadır: ‘Varoluşunun yıkılabileceğinin, kendisini ve dünyasını yitirebileceğinin, bir ‘hiç’ olabileceğinin farkına varan bireyin öznel durumu…’ (5) Bebekler davranışında varolma ve olmamanın maddi sembolleri olan ortadan kaybolma ve ortaya çıkmayla büyülenmektedir. Piaget’nin nesne sürekliliği diye ifade ettiği pratik hayatta bebeklerde ce eeee diye nesneleri bir gösterip bir kaybederek oynadığımız oyundan zevk alma sebepleri de yine varoluşsaldır. Bebekler neden kucağınızdayken elindeki oyuncağı aşağı fırlatmada oyunundan zevk alır ve siz geriverseniz dahi ısrarla tekrar atar? Dikkat ederseniz ‘Hepsi bitti’ çocuğun sözcük dağarcığındaki ilk ifadelerdendir. Küvetin tapasını çeker, tuvaletin sifonunu çeker içindekileri boşaltır, neşeyle kibrit söndürür, musluğu açar kapar, çöp kutusunun pedalıyla oynar. Çünkü çocuk yutulmaktan, yok olup gitmekten korkmaktadır. Sembolik olarak nesnelerin yok olup tekrar dönüşü çocukta ölüme direniş olarak yorumlanabilir.

Terapistler çocukların iki yaşından itibaren ölümle ilgili oyunlar oynadıklarını gözlemlemişlerdir. Araştırmalarda dört buçuk yaşındaki çocukların gayet doğal bir ifadeyle ‘Ölünce nereye gidiyorsun?’ ‘Kaç yaşındasın?’ ‘İnsanlar kaç yaşında ölür?’ ‘Ben hiç ölmeyeceğim’ gibi ifadelerle iç kaygılarını bazı sebeplerle dışarı vurmaktadırlar. Bu sebepler bazen büyükanne ya da babanın, bir hayvanın hatta bir çiçeğin ölümü bile olabilir. Yedi yaş ve üstü çocuklar ölüme dair düşünceleri yetişkinlere benzer bir hal alır.

Peki, çocuk ölümü daha bebek sayılabilecek yaşta nasıl öğrenmektedir? Bowlby’nin bu konudaki açıklamaları dikkate değerdir. Küçük insanın güçsüzlüğü onun tehlikeyi sezme ve yardım isteme yeteneğini gerekli kılar. Koruyucu yetişkinin yitirilmesi ölüm tehdidi gibidir. Varoluş tehlikeye girdiğinde yani çocuk annesinden ayrılınca terkedilme tehdidini algılar ve ağlar. Tüm stres belirtilerini gösterir. Ayrılık anksiyetesiyi yaşayan bebek ‘sen yoksun’ ‘senin varlığın yok’ mesajını zihnine işlemesine sebep olur. Varlığının kanıtı anne olan bebek, yalnız kalarak bir nevi hiçlik duygusuna kapılır ve ölüm deneyimi yaşamış gibi olur. Böylece bebek hem anne kaybı hem kendi varlığının kaybını deneyimler ve ölüm kavramı zihninde oluşmaya başlar.

Çok küçük çocuk ölümü düşünür, ondan korkar, onu merak eder, bütün hayatı boyunca ölümle ilgili algıları kaydeder ve ölüme karşı büyülü etkiye sahip savunmalar geliştirir. Bu savunmalardan ilki inkârdır. Sadece yaşlılar ölür, çocuklar ölmez gibi özel olduklarına dair bir inançla yetişkinlerinde katkı sağladığı bir savunma geliştirirler. Daha farklı bir inkar da ölümün geçici bir hal olduğu, uykuyla bir tutulmasıdır. Çocuklarla yapılan çalışmalarda şimdi uyuyor sonra uyanacak gibi geçici bir durumdan bahsettikleri görülmüştür. Yine çocuklarda nihai bir kurtarıcının geleceğine dair inançları vardır, bu yüzden çizgi filmlerde sürekli ölen ama dirilen kahramanlar ya da süper kahramanların kurtardığı mağdurlar vardır. Ölümle sonlanmayan hikâyeler çocukların anksiyetelerini gidermeye yardımcı olur.

Bazen de çocuklar ölümü kişileştirerek ondan sıyrılırlar. Ölüme bir şekil ve irade verilir: ölüm öcüdür, acımasız oraktır, iskelettir, hayalettir, gölgedir. Klein içsel kaynaklı ve rahatsızlık yaratan bir dürtüyü dışardaki bir nesneye yansıtıp sonrada bu nesneleri tehdit edici olarak algılamanın bir savunma mekanizması olduğunu söyler. (6) Yine bir inkâr biçimi olarak çocuklar ölümle alay ederler. Alay aslında bilinçaltında olan ölüm korkusunun canlılığını doğrulayarak hafifletilmeye çalışılmış olur.

Özetle çocuk ölümü erken yaşta keşfeder ve ölüm anksiyetesiyle başa çıkmak içinde savunmalar geliştirir. Ölümün kaçınılmazlığını ve sürekliliğini reddeder. Ölümsüzlük mitleri yaratır ya da yetişkinin sunduğu mitlere inanır. Meleklerin yanına gitti söylemleri, cennet hikâyeleri, uykuya daldı gibi ölünün geri gelişi gibi açık bir şekilde yanlış bilgilendirilmelerle çocuklar korunmaya çalışılır. Ayrıca yetişkinler çocuğun iç gerçekliğini değiştirmesine yardımcı olarak ölüm karşısındaki çaresizliği inkar etmesine yardımcı olurlar. Çocukta ölümün reddini öğreterek, ‘sen ölmeyeceksin’ ya da ‘uzun bir yolculuk miti’ anlatılır. Peri masalları da bu mitler içindedir. Ancak bunların her biri inkarın kendisinin gerçeğin kabul edilmesinin kolaylaştırdığı bilgisine dayanarak yapılır. Bu da çocukta ebeveynleri güvenilir olmamakla, yalan söylemekle suçlamasına sebep olabilir. Bu gibi bir yönlendirme çocukta konuya aldırmamaya sebep olabilir ve ebeveynlerde yalancı bir mutluluk oluşur fakat çocuklar tıpkı cinsellikte olduğu gibi bu kez ölümle ilgili genellikle güvenilir olmayan veya gerçekten çok daha ürkütücü yada garip kaynaklardan bilgi almaya başlarlar.

Evet çocuk için ölüm çok büyük bir travmadır. Küçük ve kendisi için önemli olan bir kardeş ölümü bir yıkım yaratır ya da bir ebeveynin ölümü çok korkunç bir olaydır. Çocuk derin bir kaybın acısını çeker hem bir nesne kaybı yaşar ve üzülür hem de kendi ölümüyle yüzleşir ve kaygılanır. Ölüm de korkutucu olan sadece yakının kaybı değil, çocukta ebeveynin kaybıyla hayata bağının kaybı yani kendi ölümüyle yüzleşmedir. Dolayısıyla kalan ebeveynlerin yapması gereken mitler anlatmak ya da çocuğun inkarı kullanmasını sağlamak değil bilgi vermektir. Ölüm kavramını anlatmak, gerçekçi ve net olmak, duyguları paylaşmak süreci anlamasını sağlamaktadır. Daha sonra kendiyle ilgili endişeler geliştirmemesi için ona birilerinin bakacağını ve hala korunacağını, zarar görmeyeceğini anlatmak ve göstermektir.

Aliye Karaşahin

Kaynakça

(1) Onur, Bekir. 2005. ‘Türkiye’de Çocukluğun Tarihi’. Ankara: İmge Kitabevi S.382
(2) Yalom, Irwin. 2001. ‘Varoluşçu Psikoterapi’. İstanbul: Kabalcı Yayınevi S. 128-183
(3) Anthony,Sylvia, 1972. ‘The Discovery of Death in Childhood and After’.New York: Basic Books, S. 155-156
(4) R. Lapouse ve M. Monk, 1959.‘Fears and Worries in a Representative Sample of Childrien’ ‘American Journal of Orthopsychiatry’ 29:803-18.
(5) May, Rollo,1977. ‘The Meaning of Anxiety’ New York: W. W. Northon s.207
(6) Klein, Melanie,2007, ‘ Psikanaliz Yazıları’ İstanbul: Bağlam Yayınları, Sonbahar

Whatsapp Danışma
Web Tasarım | Eskişehir Web Tasarım